Kırsalda Yaşamak

Kırsalda Yaşamak

Ben bir köyde doğdum ve çocukluğumu köyde (kırsalda) yaşadım. Kırsalın sakinliğine, doğanın doğal seslerine/ sessizliğine alışmış olduğum için gürültülü ortamlar, müzikli de olsa, beni hep rahatsız etmiştir.

Kırsalı anlatan edebî ürünler öncelikli olmuştur benim için: “Çoban Çeşmesi”ni, “İstanbul’u Dinliyorum”a; bir köy romanını, bir polisiye romana yeğlerim.

Başkalarının müzikteki tercihlerini anlayışla karşılarım. Ancak ben tercihimi türkülerden yana kullanıyorum. Yeni müzik türlerinden de Türk Sanat Müziğinden de çok severim türküleri. Çünkü türküler kırsalın müziğidir.

Kırsalın şiiri, kırsalın romanı, kırsalın müziği… Bunlar içinde bir düzey tutturmuş olanlarla -tabiî ki bana göre- hiçbir sorunum olmadı, olmaz da. Ama asıl olan kırsalın insanı ile sorunsuz yaşamaktır. Kırsalda yaşamanın en zor tarafı da budur belki. Çünkü bu insanlar içinde yaşadıkları çevrenin farklılıklarının farkında olmayanlar vardır.

Hayalî‘nin dediği gibi:

Cihân-ârâ cihân içindedir arayı bilmezler
O mâhîler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler

[Dünyanın süsleri (güzellikleri) yine dünyanın içindedir, (onlar) aramayı bilmezler. Denizin içinde olup da denizi bilemeyen balıklar gibidirler.]

Farkındalık önemli bir düzey ve de insana özgü bir durum; farkında olmamak ise insan için cehaletin bir göstergesi…

Kırsalda yaşamanın hakkını vermek, kırsalın farkında olmakla mümkündür.

Nedir bu kimi kırsal insanının farkında olmadıkları? Biraz önce geçti: “Yaşadıkları çevrenin farklılıkları…” Kısacası doğallık… Bir diğer ifadeyle kent insanının sahip olmadıkları…

Kırsaldaki farklılığın farkında olanlar, kırsalda yaşamanın hakkını verenlerdir. Kırsalda yaşamanın hakkını verenler ise doğayla hakkınca konuşabilenlerdir.

Doğayla konuşabilmek…

Doğayla konuşabilmenin yolu doğanın dilini bilmek ve doğayı anlamaktan geçer.

Doğayı anlamak ise doğayla alışverişte -ki bu insanın yaşayabilmesi için olmazsa olmazların en başında yer alır- doğadan ihtiyacımızı karşılarken doğanın ihtiyacını da düşünmektir. Doğanın ihtiyacı ise doğanın doğallığının korunmasıdır.

Doğayla konuşmak herkes için önemli bir özellik ve ihtiyaçtır. Doğanın ve doğadakilerin dilini ne kadar iyi bilirsek doğayla sohbetimiz de o denli güzel ve uzun olur.

Şehrin insanı da doğayla konuşma konusunda kendince yol ve yöntemler geliştirmiştir:

Sahil kentlerinde bazı insanlar kendilerini, balık tutma bahanesiyle, doğanın önemli bir parçası olan denizin kucağına atarlar. Evinde kuş, balık vb. hayvan besleme ile çiçek büyütmenin de doğayla konuşmak ihtiyacından kaynaklandığını düşünebiliriz. Bu arada piknikleri ve kır gezilerini de hatırlayalım. Bu gibi işler, kırsaldaki insanın günlük yaşantısının zorunlu bir parçasıdır. Tabiî ki bu uğraşlar farkındalık ile bir anlam ve değer kazanır.

Aşık Veysel’in ‘Kara Toprak’ şiiri doğayla konuşmanın bir dışa vurumudur. Bu şiirden bir dörtlük:

Karnın yardım kazmayınan belinen

Yüzün yırttım tırnağınan elinen

Yine beni karşıladı gülünen

Benim sâdık yârim kara topraktır

Kent insanı, şehrin yoğunluğu ve karmaşası içinde tefekküre fazla zaman bulamazken iyi bir doğa gözlemcisi olması gereken kırsalın insanı, “Varı var eden bir VAR var.” bilincine ulaşma ve bu bilinci diri tutma noktasında elbette ki kent insanından daha şanslıdır.

Bu bilince ulaşmış benim köylüm doğaldır ki bazı olumsuzlukların içinde olamaz:

*Tarlasının ya da bahçesinin sınırını, yola veya meraya (hatta başkasının yerine), bir karış olsun ötelemeyi mutlu olmanın yollarından biri olarak göremez.

*Komşunun ineği, danası hatta tavuğu tarlama, bahçeme girdi diye komşusuyla kavga edip küsmeye hazır -biliyorum ki sayıları çok azdır- aymazlardan olamaz.

*Bahçesini daha çok sulayabilme adına komşusunu susuz bırakamaz.

Aslında bu olumsuzlukları dillendirmek bile hoş değil. Ancak sürpriz yaşamamak adına, farkındalıktan uzak bu kişilerin de kırsalın gerçeklerinden olduğunu kabullenmek gerekir. Bunlarla ilişkiler, yapıcı uyarıcı ve duruşu bozmadan sürdürülmelidir. “Kırsalın insanı ile sorunsuz yaşamak” dediğim de buydu zaten.

Sözü, gurbet çeken gönüllere tercüman olan ve doğanın dilini iyi bilen şairlerden Rıza Tevfik Bölükbaşı’nın “Uçun Kuşlar” şiirinden bir dörtlükle sonlandırmak isterim:

Uçun kuşlar uçun doğduğum yere;
Şimdi dağlarında mor sümbül vardır.
Ormanlar koynunda bir serin dere,
Dikenler içinde sarı gül vardır.

Hasılıkelam; börtüsü böceğiyle, türlü türlü çiçeğiyle, kuşuyla kelebeğiyle kırsalda yaşamak güzel.

Cezmi GENÇTEN

1 Yorum

  1. ömer nurduhan 29 Nisan 2011 saat 20:33

    Yüreğinize Sağlık Hocam ….

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir