Gel İçimde Ağla – Durali Yılmaz

Yaşlı gözlerini göstererek, o sevimli, küçük başını göğsüme yaslama. “Neden gözlerin yaşardı?” diyorum; kesik kesik nefeslerle susuyorsun, başını kaldırıp bakmıyorsun yüzüme. Biliyorum duygularını anlatamıyorsun. Çünkü hiçbir sözlükte senin duygularını anlatabilecek bir kelime yok. Sen başkalarının duymadığı, anlayamadığı bir dille konuşuyorsun. Konuşan insanların gözleri seninkiler gibi yaşarmadı hiç!.. Sen kimselere benzemiyorsun şu anda. Kendini aşan bir yerlere kayıyor gibisin. Bak saçlarını bile okşayamıyorum. Ellerimi unuttum, düşüncelerim bir toz dumana karışıyor. İçimde yığılıp duran duygular neredeyse boşalacak. Kalbimden öylesine bir yel esecek ki, o zaman bütün gözyaşlarını şu dünyaya dökeceksin ve kuru gizlerle bakıp kalacaksın. Yine insanlar, sıradan olaylara ağlayacaklar; Senin gibi ağlayan olmayacak artık buralarda.
İşte milyonlarca göz dikildi üstüme: Yaşlı, kuru, mutlu, gülen ve ağlayan gözler… İnsanlığın tüm medeniyetleri serildi önüme: Ağlatan, güldüren ve yaşatan medeniyetler… Bir gözyaşı seli akıyor dünyanın derelerinden, ırmaklarından. Denizler gözyaşı oldu. İnsanlar gidip gidip ağlama duvarlarına ağlıyorlar. Ağlamayı bilmeyenleri, içindeki insanlık sevgisini yitirmişleri gözyaşı denizlerinde boğmak için ağlıyorlar. Ağlamayı bilmeyenler de gözyaşı denizlerinde çırpınıp duruyorlar.
İman ve sevgi fırtınaları esiyor içimde. Tapınaklar ve meyhaneler gelip gidiyor. İnsanlardan köşe bucak kaçan içli ve acı yüklü kimseler, durmadan içki kadehlerini kemiriyorlar. İnsanların yaptıkları içkiler onları kandıramıyor. Tapınaklardaki çağrılar onların kulaklarına ulaşmıyor. Onlar kendi iç dünyalarının sesini dinliyorlar. Kimselerle alış-verişleri yok onların.
Arkalarındaki cellat sürülerine emirler vererek hükümdarlar konuşuyorlar. Dünya kana bulanıyor ve bir kan seli akıyor derelerden, tepelerden… Bütün medeniyetler kan pıhtısına dönüşüyor. Ve “ben Tanrıyım” diyerek, insanları önlerinde secdeye kapandıran hükümdarlar konuşuyorlar. İnsanlar kan denizinde secdeye kapanıyorlar; ağlama duvarı yıkılıyor, bütün gözler kuruyor… Dünyanın ve insanlığın haline bakarak, Tanrı sanılmadıklarına sevinenler var. Ama yine de dünyaya kendi düşüncelerine uygun bir düzen vermekten geri durmuyorlar. Bu isteklerinden bir türlü vazgeçemiyorlar: Kan denizlerinde boğulan insanlığın acısını bütün benliklerinde hissediyorlar.
Şu yaşlı gözlerini çek göğsümden. Ben ağlamasını ve avutmasını unutmuşum. Ben kalbimle ağlarım. Korkarım o zaman beraber ölürüz, kan denizlerinde yüze yüze boğuluruz. Mutluluk nedir? Acı çekmek nedir? Son çare intihar mıdır? İşte görüyorsun insanlık intihara koşuyor… İhtiyar dünya, kuru ve titrek bacaklarıyla insanları darağaçlarına götürüyor. Darağaçlarına vardığımız zaman, bilmem ıslatabilir misin göğsümü yine gözyaşlarınla? Ya sen olmasaydın bu dünyada, ya ben… Sevgi nedir öğrenmeseydim ve şuursuzca dolansaydım şu kan deryasında…
Bu meltem de nereden çıktı? Akdeniz’in serin yüzünü, ilkbahar güneşi ne de güzel ısıtıyor! Dur bir dakika!.. Uzaklardan sesler duyar gibiyim. Artık gözyaşlarını silebilirsin. Gaipten sesler geliyor. Medine’nin evlerine sevgi ve rahmet yağıyor göklerden. Ve Medine evlerinin saçakları dünyaya sevgi ve rahmet indiriyor. İhtiyar Afrika’nın ormanları hışırdıyor ve bütün ağaçlar insan indiriyor yapraklarından. Kalbim çöl oldu, susuzluktan çatlamış dudaklarını Akdeniz’e uzatıyor. Kendilerini Allah’a ve insanlığa adamış Peygamberler gelip gidiyor… Yaşlı gözlerini çek göğsümden ve dinle. Akdeniz’den yanık kokusu geliyor. Bak, bak işte orda Tarık gemilerini yakıyor. Orada biri var, atını Akdeniz’in sularına sürüyor ve ellerini göklere açarak mırıldanıyor: “Allah’ın şu deryası olmasaydı ismini daha ötelere götürürdüm!..” Akdeniz gittikçe küçülüyor önümde. Dünya küçülüyor ve dünyaya bakan bir hükümdar görüyorum: “Bu kadarcık bir dünya için iki hükümdar çok, bir hükümdar az!..” diyor.
Ve insanlar dünyada geziniyorlar. Allah aşkıyla birer volkan olmuş da kaynayan ve insanlara imanı ve sevgiyi anlatmak için yarı deli bir hâlde dolanan ermiş kişiler sardı her yanı. İşte orada Hıra Dağı’nda bir divan toplandı. Dünün ve bugünün velileri hep oradalar. İnsanlık yepyeni ilahî bir nizama uymak üzere. Ne olur, sil artık gözlerinin yaşını da dünyaya bir bak!.. Kainat “ey gök suyunu tut, ey arz suyunu yut!..” hitabıyla karşı karşıya. İnsanlığı boğmak üzere olan gözyaşı ve kan denizleri ha kurudu, ha kuruyacak…
Ve gökler rahmet yağdırıyor dünyaya. İnsanlar bu rahmetin altına koşuyorlar. Ne olur artık kalbime gir ve orada ağla. Bu iman ve sevgi rüyasını bozma!.. Biliyorum bu rüya ebediyete dek sürecek ve gerçek olacak. Gel artık içimde ağla. Gözyaşlarını bu dünyaya serpme!..

(*)Durali Yılmaz, Dansedebilmek, Ötüken Yayınları, İstanbul 1997, ss: 94-97

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir